Evet sonunda aylar öncesinden planladığımız Paris‘e ayak basıyoruz. Her ne kadar aramızdan birinin bavulu kaybolmuş olsa da moralimizi bozmuyoruz ve Paris Dolmuşuna doğru yolculuğuma başlıyoruz.
Hava alanı ile evimize ulaşmak yaklaşık 40 dakika sürüyor ama bizim tek derdimiz Eiffel‘i hangimizin önce göreceği olduğu için pek anlayamadık:) Evimize yaklaşırken artan market ve kafelerin sayısı, Paris‘te konaklamak için doğru bir lokasyon seçtiğimizi kanıtlıyordu.
Bu arada evimizi yine aylar öncesinden Airnb üzerinden kiralamıştık. Dediğimiz gibi evin lokasyonu çok merkezi, hatta metro istasyonuna yürüyerek 5 dakika. Ev sahibimiz Priscilla o kadar tatlıydı ki, neredeyse gittiğine üzülecektik:) Gerekli bilgileri kendisinden edindikten sonra, market alışverişi ve eve yerleşme konusunda organize olup, ilk gün planıma start verdik. Hazır konusu açılmışken biz dört kişi günlüğüne 80 euro verdik bu şirin evin.
Paris‘te yemek fiyatları yüksek olduğundan size tavsiyemiz, market alışverişini sizi doyuracak nitelikte sandviç malzemesi üzerine kurmanız. Ayrıca bu marketler, kahvaltılık için de zengin ürün çeşitliliğine sahip. Burda ki insanların mutluluk sebeplerinden biri de, bence markette her şeyin hazır olarak satılması bence. Yemek yapmaya bile enerji harcamıyorlar:) Aklıma gelmişken ilk gün bir Marks&Spencer markete geldik ki, akıllara zarar:) Onu da ikinci gün yazısında ballandırarak anlatacağım size.
Dünyevi işlerimizi bitirdikten sonra, kendimizi sokağa atıyoruz. Bu arada İstanbul’da Nisan kışı yaşanırken bizim Paris‘te yaz havasına denk gelmemizden bahsetmiyorum bile. Dolaşmaya başlamadan önce ilk karar vermeniz gereken hangi metro biletini alacağınız.
Paris‘te beş ayrı zone var. İlk zone’u merkez olarak düşünürsek, merkezden uzaklaştıkça zone’lar da artıyor. Tek, üç, dört günlük ve haftalık olarak ayrılıyor metro biletleri burada. Biz dört gün kalacağımız için üç günlük bileti tercih ediyoruz. Daha önce son günümüzde tren ile Brüksel’e gitmeyi planlamıştık fakat bilet fiyatlarını görünce vazgeçmiştik.
3 günlük metro biletini 14 euro‘ya alıyoruz. Bu arada bu biletlerle farklı toplu taşıma araçlarına aktarma yapılabiliyor. Tabii kuralları bilmezseniz survive etmen zor Paris‘te.
Paris‘e gelmeden önce her yerde okuduğumuz ‘metro hatları çok karışık, bir kaybolursan yandın’ şeklindeki yazılar, telefonumuzdaki aplikasyonlar sayesinde bize hiç bir şey ifade etmiyor. ‘Bu metro durağından şu metro durağına gideceğim, canım aplikasyonum acaba ben hangi hatta binmeliyim;?’ şeklindeki soruları internet bağlantısına ihtiyaç duymaksızın size sunan aplikasyonlar hakkında detaylı bilgiyi şuradan edinebilirsiniz.
İlk metro yolculuğumuzdan sonra Saint Michel bölgesine varıyoruz. Seine nehrinin sol tarafında kalan sokaklarda ilerlerken ilk dikkatimizi çeken, şehirde ne kadar çok yeşillik buna karşılık ne kadar insan olduğu oldu. Bu duygularla yürümeye devam ederken karşımıza Adalet Sarayı çıkıyor, zaten önünde duran görevlilerden hemen anlıyorsunuz hangi yapının kime ait olduğunu. Önünden karşıya geçip diğer caddeye doğru yürüdüğümüzde sırasıyla Çiçek Pazarı, Hotel Diev ve Notre Dame Klisesi çıkıyor karşımıza.
Güneş o kadar tepemizdeydi ki o esnada, bu devasa klisenin detaylarını incelerken baya zorlandık. Bu arada Notre Dame‘ın içini zamanınız ve merakınız varsa gezebilirsiniz de. Biz meydanda durup çeşmeye doğru baktığınızda solunuzdan giden yoldan devam ederek, Lüksemburg bahçelerine gitmeyi tercih ediyoruz. Tabii ki yol üzerindeki bizim 1 milyonculardan, şarabımızı almayı ihmal etmiyoruz:)
Lüksemburg Bahçeleri‘ni anlatmak için sadece huzur, mutluluk, doğa ve sessizlik kelimelerini kullanacağım. Ortasında kocaman bir gölün olduğu cennette, kimse kimse karışmadan keyfi yapıyor, özenmemek elde değil. Biz programımızı da aksatmadan burada bir güzel keyif yapıyoruz. Daha sonra Eiffel ile tanışmak için metroya iniyoruz.

[…] Paris (1.Gün) […]
[…] Paris (1.Gün) […]
[…] sonunda aylar öncesinden planladığımız Paris‘e ayak basıyoruz. Her ne kadar aramızdan birinin bavulu kaybolmuş olsa da moralimizi […]